Görme Engellilere Ne Denir? Edebiyatın Işıksız Görüşü Üzerine Bir İnceleme
Kelimeler, bazen bir ışık kaynağıdır. Görmeyen birinin eline tutuşturulan baston kadar yönlendirici, bazen de bir perde kadar karartıcı olabilir. Bir edebiyatçı olarak hep şunu merak etmişimdir: Görme eylemi yalnızca gözle mi yapılır, yoksa insan zihni, sözcüklerin arasındaki boşluklarda da görebilir mi?
İşte bu yüzden, “Görme engellilere ne denir?” sorusu, bana sadece dilbilimsel bir mesele gibi görünmez. Bu soru, edebiyatın en eski temalarından biri olan “görmek ve anlamak” ilişkisinin yeniden yazıldığı bir alandır.
Kelimelerin Gözleri: “Kör” Sözcüğünden “Gören Kalp”e
Edebiyat tarihine baktığımızda, görme eksikliği çoğu zaman sadece bedensel bir kusur değil, aynı zamanda bir bilgelik biçimi olarak anlatılmıştır.
Homeros’un İlyada’sını ya da Odysseia’sını hatırlayalım: Efsaneye göre Homeros kördü, ama tüm çağların en büyük “göreni” o oldu. Çünkü o, gözleriyle değil, diliyle görüyordu.
Benzer biçimde, Sophokles’in Oidipus karakteri, gerçeği göremediği için trajediye sürüklenir. Fakat gözlerini kör ettikten sonra, ilk kez “hakikati” görmeye başlar.
Bu ironik anlatı bize şunu söyler: Görme engeli, bazen fiziksel bir yoksunluktan ziyade ruhsal bir derinliktir.
Bugün “görme engelli” ifadesi, dilin insanı incitmeden, ama aynı zamanda ona özne olma hakkı vererek kurduğu bir tanımdır. “Kör” kelimesi serttir; ama edebiyat, bu sertliği anlamla yumuşatır.
Çünkü kelimeler, eğer doğru kullanılırsa, bir toplumun vicdanını dönüştürebilir.
Metinlerde Görmeyen Karakterler: Karanlığın Anlatı Dili
Jorge Luis Borges, görme yetisini kaybettikten sonra yazdığı denemelerde, karanlığı bir varlık biçimi olarak betimler. Onun için karanlık, yokluk değil; anlamın yoğunlaştığı bir mekândır. “Görmemek, dünyanın başka bir yüzünü görmektir,” der Borges.
Yine José Saramago’nun Körlük romanında, tüm bir toplumun görme yetisini kaybetmesi, aslında ahlaki körlüğün alegorisidir. Oradaki körlük, biyolojik değil; politik, ahlaki ve varoluşsaldır.
Saramago’nun karakterleri, gözleri görmediğinde bile birbirlerine temas ederek, duygusal bir görme biçimi geliştirirler.
Bu örnekler bize şunu anlatır: Edebiyatta “görme engellilik”, eksikliğin değil, alternatif bir farkındalığın sembolüdür. Görmeyen karakter, çoğu zaman “her şeyi gören” anlatıcının yerini alır. Çünkü onun görmediği dünya, bizim göremediğimiz anlamları barındırır.
Toplumsal Dilin Dönüşümü: Saygı ve Kimlik Arasında
Dildeki her kelime, bir toplumun bilinç haritasıdır. Uzun yıllar boyunca “kör” kelimesi, küçümseme ya da dışlama içeren bağlamlarda kullanıldı. Ancak modern edebiyat, bu kelimeyi yeniden anlamlandırarak onu bir direniş alanına dönüştürdü.
Artık “görme engelli” ifadesi, yalnızca bir durumu değil; bir varoluş biçimini, bir görme felsefesini temsil ediyor.
Engel kelimesinin kendisi bile tartışmalı. Çünkü engel, bazen dış dünyanın koyduğu sınırları değil, dilin yarattığı bariyerleri işaret eder.
Bir bireyi “engelli” olarak tanımladığımızda, aslında onun değil, toplumun bakış açısının sınırlarını dile getiririz.
Bu yüzden, dilin dönüşmesi bir edebi eylemdir.
Edebiyat, insanı tanımlama biçimimizi değiştirdiğinde, sadece sözcükleri değil, düşünme biçimimizi de dönüştürür. Dilin politikası, edebiyatın estetiğinde başlar.
Edebiyatın Kör Noktaları: Görmenin Ötesinde Anlamak
Edebiyatta “görme engeli” teması, sadece körlük değil; aynı zamanda görmenin sınırlarını sorgular.
Bir karakterin gözleri görmese de, sezgisiyle, belleğiyle, sesiyle, dokunuşuyla dünyayı yeniden kurabilir.
Bu anlamda görme, artık yalnızca bir duyusal eylem değil; bir varlık biçimidir.
Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu’ndaki Quasimodo karakteri işitme engellidir ama görsel dünyayı duygularıyla algılar.
Benzer biçimde, görmeyen bir kahraman da duygularla “gören” bir insandır.
Edebiyat, bu karakterler aracılığıyla “görmenin” anlamını genişletir, onu insanın iç dünyasına taşır.
Bir romanın satır aralarında dolaşırken bazen fark ederiz: Gözlerimiz açık olsa bile, çoğu zaman biz de körüzdür.
Gerçekleri, duyguları, insanın derinliklerini göremediğimizde, asıl görme engeli bizde başlar.
Kelimelerle Görmek: Okurun Rolü
Okur da bir tür “görme engelli”dir aslında. Çünkü her okuma, eksik bir görme biçimidir; metnin bir kısmı bizden saklıdır.
Edebiyat, okura bu eksikliği fark ettirerek onu bilinçli bir “görene” dönüştürür.
Bu yüzden, görme engelli bireylerden söz ederken kullanılan her kelime, sadece tanım değil; bir empati eylemidir.
Sonuç: Görmek mi, Anlamak mı?
Görme engellilere ne denir? sorusunun cevabı, aslında dilin vicdanında gizlidir.
Belki de onlara “görmeyen” değil, “başka türlü gören” demeliyiz.
Çünkü edebiyat bize şunu öğretir: Görmek, ışıkla değil, anlamla mümkündür.
Peki sen, hangi kelimelerle görüyorsun?
Okudukların seni aydınlatıyor mu, yoksa sadece gözlerini mi kamaştırıyor?
Yorumlarda kendi edebi çağrışımlarınızı paylaşın; çünkü her bir yorum, yeni bir “görme biçimi” doğurur.